REMZİ OĞUZ ARIK’IN MİLLİYETCİLİĞİ VE “REALİTE TERBİYESİ” NAZLI ÇIKIN Enerjisa Tufanbeyli MTAL Dkab Öğretmeni Adana/Tufanbeyli HİTÜ SBE, Felsefe ve Din Bilimleri Yüksek Lisans Öğrencisi, nazliii.38@hotmail.com Giriş: Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini anlamak için öncelikle incelenmesi gereken âlimlerden birisi Remzi Oğuz Arık ve onun Anadolu anlayışı ve milliyetçiliğidir. Bunun için öncelikle Anadolu kavramını kısaca açıklayalım “Eski Yunancadaki“Anatole”’den gelen Anatolia; Doğu ve Doğulu anlamlarında “güneşin doğduğu yer demektir. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus-devlet milliyetçiliğini üzerine kurduğu milli kimlik ve aile tanımına uygun bir okuma yapılarak Ana+vatan ve ana+dolu şeklinde Türk milli kimliğinin benimsenmesinde, devlet baba ve Anadolu imgesi özdeşleştirilmiştir.”[1] Anadoluculuk, 20.yüzyıl başlarında Türkiye’nin özel şartları gereği yeni bir ideoloji ve kimlik arayışıdır. Anadoluculuk fikri,1.Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan ve parçalanan Osmanlı İmparatorluğu’ndan geriye kalan Anadolu topraklarını merkeze alarak ortaya konulan yeni anlayış ve kimlik edinme sürecini temsil etmiştir. Öncelikle milli mücadele döneminde savunulmuş, çoğu aydın tarafından da sempati ile karşılanmış. Bu şekliyle Anadoluculuk fikrinin, bir aydın ve elit hareketi olarak sistemleştirilmiş gibi görülür.[2] Bununla birlikte yeni anlayış ve kimlik edinme sürecinin temellerini Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde ortaya çıkan fikir akımlarına kadar götürmek gerekir. Çünkü “Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde ortaya çıkan fikir akımları hem tarihsel hem de coğrafi koşulların ürünüdür. Yeni toplumsal kompozisyonun yarattığı etki ve tepkilerden meydana gelmiştir. İdeolojiler ve beslendikleri fikir akımları birbirleriyle kısmen örtüşerek veya ayrışarak yeni toplumsal gerçekliği açıklamak istemiş ve buna göre bir yol haritası çizmeye çalışmıştır. 1. Osmanlı-Türkiye Cumhuriyeti Geçiş Süreci: Üç Tarz-ı Siyaset ve Anadoluculuk Bu dönemde Türkiye Cumhuriyeti’ndeki ideolojilere yön veren birçok akımın ve ideolojinin tohumları atılmıştır. Bu fikir akımları Osmanlı(cı)lık, İslam(cı)lık (Panislamizm) ve Turancılık, Türkçülük başlıkları altında toplanabilir. Bu kavramları inceleyecek olursak ortak noktalarının İmparatorluğu, içinde bulunduğu durumdan kurtarmak ve eski görkemli günlerdeki durumuna getirmek için “bir reçete sunmak”, olduğunu görürüz. Ortak ideal, Osmanlı Devletini ve birliğini korumaktı. Bu ideale farklı yollardan varmaya çalışan ideolojilerden yönetim vizyonu farklılaştıkça birbirlerinden uzaklaşmış ve çatışma içine girmişlerdir.”[3] Neticede Osmanlı Devleti dağılmış ve Anadolu merkezli Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Bu bağlamda öncelikle Anadolu kavramını kısaca açıklayalım: Anadolu, “Eski Yunancadaki “Anatole”’den gelen Anatolia; Doğu ve Doğulu anlamlarında “güneşin doğduğu yer” demektir. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus-devlet milliyetçiliğini üzerine kurduğu milli kimlik ve aile tanımına uygun bir okuma yapılarak Ana+vatan ve ana+dolu şeklinde Türk milli kimliğinin benimsenmesinde, devlet baba ve Anadolu imgesi özdeşleştirilmiştir.”[4] Anadoluculuk 20.yüzyıl başlarında Türkiye’nin özel şartları gereği yeni bir ideoloji ve kimlik arayışıdır. Anadoluculuk fikri, 1. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan ve parçalanan Osmanlı İmparatorluğu’ndan geriye kalan Anadolu topraklarını merkeze alarak ortaya konulan yeni anlayış ve kimlik edinme sürecini temsil etmiştir. Öncelikle milli mücadele döneminde savunulmuş, çoğu aydın tarafından da sempati ile karşılanmış. Bu şekliyle Anadoluculuk fikrinin, bir aydın ve elit hareketi olarak sistemleştirilmiş gibi görülür.[5] Remzi Oğuz Arık ve Nurettin Topçu’nun önde gelen teorisyenlerinden olduğu Muhafazakâr- İslamcı Anadoluculuk üzerinde kısaca duralım: Muhafazakâr (İslamcı) Anadoluculuk, 1939 sonrası dönemde ortaya çıkan bir harekettir. Özellikle Hareket dergisi (1939-1949) etrafında gelişen fikirlere Hüseyin Avni Ulaş, Nurettin Topçu öncülük etmiştir. Mekânın manevi gücüne vurgu yaparak mekânın ırkı millete dönüştürmesinden söz etmişlerdir. İslamcı Anadoluculukta “vatan” fiziksel olduğu kadar ahlaki değerler sisteminin sınırlarını çizmektedir. Bu değerler, dini ve kutsal bir mekânı vatanlaştırmıştır.[6] Hareket yazarları dergide ele alınan ve Anadolucu düşün insanları için merkezi öneme haiz olan tarih, kimlik, milliyetçilik, coğrafya vb. konulara İslami referanslar üzerinden yeni anlamlar yüklemeye çalışırlar. Hareket dergisinin bu yaklaşımına göre İslamiyet Anadolu’ya ve Anadolu Türkü’ne yeni bir karakter, yeni bir duruş kazandırmıştır. Nurettin Topçu ve Hareket dergisinin bu yaklaşımları, Anadoluculuk düşüncesin ilk döneminden itibaren Milliyetçi-Muhafazakâr olan duruşunun aynı zamanda “ruhçu ve ahlakçı” bir karakter kazanmasını sağlar.[7] Muhafazakâr (İslamcı) Anadolucularda din doğal olarak her olayın ve olgunun açıklanmasında belirleyici bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır. İslamcı yorumda tarihsel kader birliği bir ruh barındırmaktaydı. Bu ruh da İslam gazavatından besleniyordu. Topçu, İslamcılık ve Milliyetçiliği aynı potada eritmiş fakat sadece İslam birliği ya da sadece ırk birliği üzerine kurulu bir oluşumu da kabul etmemiştir.[8] Yine Anadolucu Milliyetçiliğin bir diğer önemli vurgusu somut vatan Anadolu’nun dışında tarih söylemidir. Yalnızca aynı ırktan olmak millet olmak için yeterli olmadığı gibi tarihsel bir kader birliği olması gerekir. Bu bağlamda Ziya Gökalp’ın vatan anlayışına “vatan ne Türkiye’dir Türk için Türkistan; Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan!”[9] Anlayışına ortak tarih birlikteliği olmadığı için karşı çıkarlar. Anadolucu milliyetçiliğin diğer bir söylemi de kültürdür. “Anadolucular’ın milliyetçilik anlayışında kültür; ortak vatan, tarih ve din anlayışını bir anlamda tamamlamaktadır, ancak bundan daha da fazlasını ifade etmektedir. Kültür, onlar için Türk Milliyetçiliğinin temel belirleyicisidir. Türkler Anadolu’da emsalsiz bir kültür meydana getirmişlerdir. Bu kültür bir yanıyla da bu coğrafyanın, Anadolu’nun ürünüdür. Bu haliyle kültür, Türk milliyetçiliğinin asli unsurudur.[10] Görüldüğü üzere, bütün arayışlar, “biz kimiz ve nereye aitiz” sorusuna cevap üretmeyi hedefler. Bu anlamda “son dönem Osmanlı aydınlarının çoğu bürokrat kökenli kişiler olup, düşünce ayrılıkları onları devletin bekası noktasında birleştirmiştir. Bundan dolayı tarih, vatan, millet, medeniyet, kimlik gibi temel kavramları yeniden tanımlamaya girişilir. Bu açıdan bu eğilimler artık bir arayış olmanın ötesine geçmiş, hareket ve ideoloji olarak da nitelendirilmiştir.[11] Bu bağlamda Anadoluculuk söyleminin önemli bir temsilcisi durumunda olan ve bizimde araştırmamıza konu olan Remzi Oğuz Arık’ın tarih, vatan, kültür, milliyetçilik anlayışı üzerinde daha yoğun araştırmalar yapılmalıdır. Biz onun Avrupa tahsili ve Türk Ocaklarıyla ilgisini ele alıp siyasete girişi hakkında da kısaca bilgi vermeye çalışacağız. Çünkü O, Anadolu’yu dünyaya değil, “öze” ve “yerel olana” açılan bir kapı olarak görür. 2. Remzi Oğuz Arık’ın Hayatı Ve Milliyetçiliği Yazarımızın hayat hikâyesine göz atacak olursak; Remzi Oğuz 1899 yılında Adana’ya bağlı Kozan ilçesinin Kabaktepe köyünde doğdu. Babası Arık fakih oğullarından Feke sandık emini Mehmet Ferit Bey, annesi Zekiye hanımdır. Ailesi, Oğuz boylarından Farsak aşiretine mensuptur.[12] Remzi Oğuz Türk Ocakları’na gidip gelirken, on dört, on beş yaşlarındadır. Milli şair Mehmet Emin Yurdakul ile tanıştırıldığını, yine onun bir yazısından öğreniyoruz. O gencecik yaşında, milliyetçiliği bir ülkü olarak benimsemesinde Türk Ocakları büyük bir rol oynamıştır.[13] Avrupa’da tahsilini tamamlayıp yurda döndüğünde ilk tercümelerini ve ilmi yazılarını yayınlayacak olduğu Türk Yurdu Dergisi, onun milliyetçi şahsiyetinin ve idealist ruh yapısının gelişmesinde, çok önemli bir yer tutar.[14] Aslında Remzi Oğuz Arık’ın Fransa’da geçirdiği günler, tıpkı İşkodra da geçirdiği günler gibi hayatının dönüm noktalarından biri olarak görülmektedir. Elbette bu yerler hayatının, fikirlerinin şekillenmesinde büyük bir paya sahiptir. Özellikle Fransa’da geçirdiği dönem sayesinde Batı medeniyetini yakinen tanıma imkânını bulmuştur. Fakat Oğuz’un hayatının her dönemi ayrı sıkıntılarla, telaşlarla, acılarla fakat aynı derecede sabır, çaba ve başarıyla da devam etmiştir. Bunlar yalnızca şahsi sıkıntılar değildir elbette. Bilhassa memleketin ve milletin içinde bırakıldığı yangındı. Bu geçirdiği her bir süreç onu Anadolu gerçeği üzerinde düşündürmeye daha hızlı götürmüştür. Çünkü Arık imparatorluğun çöküşünü Balkanlardaki buhranı görmüş bir gençtir artık. Onu ve arkadaşlarını milli şuur sahibi yapan gerçek buydu denilebilir bizce. Daha sonraki yıllarda Türk milliyetçilik hareketinin önemli simaları olacak insanlarla tanışması, yani dost, kültür ve fikir muhitinin teşekkülü de bu devrenin içerisindedir. Nurettin Topçu, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Reşat Şemseddin Sirer, Şevket Raşit Hatiboğlu, Ahmet Kutsi Tecer, Sedat Çumralı ve bir ara Almanya’dan gelen Mümtaz Turhan ile Pariste tanışır.[15] 2.1. Realite Terbiyesi: Bugün Anadolu için ne yaptın? Ne düşündün? Söyle Türk oğlu! Remzi Oğuz’un Fransa’da geçirdiği yıllar, örnek bir talebelik hayatıdır. Eğlence ve sefahatin dışında kalmış, kendisini okuma ve araştırmaya vermiştir. Hiç bir Türk talebesine benzemeyen örnek bir çalışma, araştırma, öğrenme hayatı… Bu hayatın bir başka vasfı da şudur: Remzi Oğuz, Paris ve Avrupa karşısında küçüklük hissi duymamıştır. Avrupa’da medeniyet ve kültür adına ne varsa, hepsinin beklide daha olgun bir halde Anadolu toprağında olduğuna inanmıştır. Bu inançla arkeolog olarak yurda döndüğü zaman Anadolu’nun arkeolojik zenginliklerini keşfe çıkmıştır.[16] Remzi Oğuz’un Batı karşısında herhangi bir savunma güdüsüne kapılmadığı ve küçüklük duymaması son derece önemlidir. Zira onu Avrupa’ya tahsile gönderilen diğer öğrencilerden farklı kılan özelliklerden en mühimi budur. Mevlana’dan da hareketle söyleyecek olursak Arık’ın bir ayağı Anadolu’da iken diğer ayağı ile de dünyayı gezmiştir. Şayet ayağının biri Anadolu’da olmasaydı Avrupa’ya gidip şaşkınlıkla lükse boğulanlardan olacaktı yahut Anadolu’ya geldiğinde toprağının insanına, sorunlarına ağız büküp, hakir görecekti. Yani bizce bunu yapmamasında en önemli etken bir ayağının Anadolu’da olmasıdır. Fakat Toroslar’ın Oğuz’u geçmiş ile yüzleşip, anın problemlerini yakalayıp, buradan hareketle geleceğe yön vermeye çalıştığı için coğrafyayı vatan kılan unsurları yakalayabilmiş ve bu coğrafyaya eğitiminden döndükten hemen sonra da büyük katkılar sunmuştur. İleride de ayrı bir başlık da ele alacağımız üzere Felsefeyi Anadolu’da yeniden yurtlandırmak kendi özümüzü, değerlerimizi, kendi coğrafyamızda yeniden canlandırmaksa şayet Remzi Oğuz bunun en iyi temsilcilerinden biri olabilir. Çünkü Bu teoride ifade ettiğimiz projenin pratiğe dönüşmüş halidir. Tam bu noktada Topçu’nun sesine kulak verdiğimizde Arıktaki bu farklılığın nasıl mahiyete büründüğünü göreceğiz. Topçu; “Biz o zamana kadar Paris’i Anadolu’ya getirmişiz. İstila bizi sakatlamış. Remzi Oğuz Anadolu’yu Paris’e götürmüştü. Tıpçı Kudüs’ten çıkan Sen Pol’le Sen Piyer, biri ruhu İsa’yı Atina’ya, öbürü Roma’ya nasıl götürdüyse, Remzi Oğuz’da Anadolu’yu Paris’e götürmüştü. O bir havari idi” demektedir.[17] Yine Topçu Avrupa’dan tahsilini tamamlayarak dönenleri diplomalarını kalkan gibi sunarak bu diplomalarla makamlar mevkiler satın aldıklarını ifade ederken kendini “Diyebilirim ki Remzi Oğuz’a kadar Avrupa’ya pek çok Türk Gençleri gönderildi, lakin bir Türk gençliği gönderilmemişti” demekten de alıkoyamamıştır.[18] Remzi Oğuz Arık’ın bu cemiyette çok hararetli, mesuliyet bilincini aşılayan ve Anadolu çocuğuna merhem olacak konuşmalar yaptığı kesindir. “Remzi Paris’te olduğu müddetçe, oraya giden Türk çocukları, orada şaşkın ve garip değildiler, sahipsiz değildiler.”[19] “Kendisi ağır şartlar içinde yaşayarak başkalarının okumalarına yardım etmiştir. Gazino kapılarında bekleyip, eğlenceden çıkan Türk talebelerinin yakalarına yapışarak “, Bugün Anadolu için ne yaptın? Ne düşündün? Söyle Türk oğlu!” diyebilecek kadar bir cesaret ve mesuliyet duymuştur.”[20] Remzi Oğuz Arık’ın Türk Talebe Cemiyeti’ndeki bu konuşmasını genel hatlarıyla incelediğimizde Arık’ın şunları tespit ettiğini söyleyebiliriz: Bir, Arık’a göre Anadolu çoktan ihmal edilmiş ve kurban edilmiştir, iki, Anadolu da yatırım olmadığı gibi buna birde ahlaki bozukluklar eklenmiş hatta en büyük sıkıntı rejiyonalizimdir. Rajiyonalist; “mahalli hemşericilik güden insan”dır.[21] Üç; halkı yönlendirmek -bilgilendirmekle görevli olan aydınların halkın yaralarından haberdar olmaması bir kısmının dalkavuklukla vakit harcadığını bir kısmının da Batının şuursuz taklitçisi olduğunu vurgulamış, batıya gidenlerin Anadolu’yu unuttuğunu ifade etmiştir. Bu tespit Arık için Batılılaşma yolundaki başarısızlığın en önemli sebeplerinden biridir. Bu sebeple bu toplantının gayesini de Türk Gençliğini Anadolu için mesuliyet almaya davet etmek için yapıldığını ifade etmiştir. Görülüyor ki Arık toplantıda ki bu konuşmasıyla Türk gençliğini Anadolu realitesi üzerinde düşünmekten daha öte sorumluluk almaya davet ettiğini göstermektedir. Arık’a göre buradaki sorumluluğun kaynağı ise vicdandır. Arık; “Bizim insanımızı çevresinde toplayacak, onun benliğini bugün devamlı kontrol altında bulundurup iradeyi kullandırarak, hareketleri tekrar ettirerek ihtiyatlar meydana getirecek mihver ne olabilir?”[22] Derken aradığı mihveri vicdan ve bunun da üzerinde Anadolu realitesi olduğunu bulmuş olacaktır. Nitekim Arık bu konuşmasıyla Türk Gençliğine sadece cesaret vermeye çalışmamıştır. O konuşmasında fikir dünyasında geliştirip şekillendirdiği Anadolu’nun yükselmesini sağlayacak gençlik portresini çizmiştir. Hatta Arık’ın milliyetçiliğini de burada aramak gereklidir. Çünkü Anadolu için elini taşın altına koyacak milli mesuliyetin şuuruyla hareket edecek olan Türk gençliğidir. Arık “yükselme işine nereden bakarsanız bakınız, meselenin hareket noktası ve başarılması varıp örnek insana dayanır. Bu insanın meydana gelmesi mutlak olarak örnek insanların kütleleşmesine bağlı. “Dikkat ediniz: Yalnız varlığına değil, kütleleşmesine diyorum!” Der.[23] Öyle ki Türk Talebe Cemiyetini kurmasındaki çabasının arka planın da bu fikirler yatar. Ona göre sadece birinci sınıf bilgi adamı ya da sanat adamı olmak yetmez. Aynı zamanda “bir dava adamı olması da şarttır.” Ancak bu şartlar sağlandığında bir millet, birinci sınıf millet haline yükselebilir. Arık burada şu noktaya da özellikle dikkat çeker. “Bahsettiğim dava bize ait olandır. Bu davayı gökte aramayınız. O yerdedir ve karşımızdadır. Yamalı bohçaya benzeyen verimsizleşen büyük bir yurdun sahibi olan bizler; ona göz diken birçok komşu milletlerden geri ve azlık bir duruma düşmüşüz. Ya şu doymayan toprak ve mal hırsı dünyasında mahvolacağız yahut bize göz dikenleri geçeceğiz. İşte dava, buraya kadar, bu eserde, doğuşunu gelişmesini, içtimai zaruretini anlatmaya çalıştığımız: Milliyetçiliktir.” Demektedir.[24] Aslında basit gibi gözüken bu ilkeler Anadolu için bir şeyler yapacak gençlikte bulunması gereken özelliklerdir. Uyan be Anadolu çocuğu bugün Anadolu için ne yaptın? Sorusu hesap sormak için değil kendilerini hesaba çekmek için tüm bu soru ve sorunlara rota olacak vicdanlarına sorulmuş bir sorudur. Tüm bunlardan hareketle bize göre bu konuşma Anadolu’nun yaşadığı soru ve sorunlar üzerine düşünmüş, ne yapılması gerektiğine ilişkin çözüm bulmuş bir hatibin konuşmasıdır. Türk Gençliğine sunduğu bu reçeteyle sorunların aşılabileceğine inanmıştır. Nurettin Topçu’nun “Bu adamdan kurtulmak kabil mi? Kurtulmadık! Ona teslim olduk Neslimin bedbaht çocukları! Siz onu yakından tanımadınız. İtiraf ediyorum: Bu adam uykularımıza nüfuz etti. Şuurumuzun altındaki mahrem mıntıkalara girdi; bu adam şahsiyetlerimizi yoğurdu.”[25] Sözlerinden insanlar üzerinde ne kadar etkili ve başarılı olduğunu da söylememiz mümkün olacaktır. Yine Topçu, Remzi Oğuz’u “Hallac ruhlu bir havari” olarak anar. Onun Anadoluculuğu, köycülüğü, halkçılığı, fedakâr, yurtsever ve mistik kişiliği Topçu’yu etkilemiştir. Ayrıca, Topçu’nun bakış açısından, ruhsal değerlerin üstünlüğünü savunan bir promete olan Remzi Oğuz Tanzimat’tan itibaren girdiğimiz teknolojik batılılaşma yolunun yanılgılarını gösteren bir karakterdir. Topçu Remzi Oğuz’un karakterinde Mehmet Akif ve Hüseyin Avni’nin birlikteliğini bulmuştur. Vatanından uzaktaki yurtsever felsefe öğrencisi için bu birlikteliğin ne kadar önemli olduğunu tahmin etmek zor değildir. O, Remzi Oğuz’un Şahsiyetinde vatan şairiyle demokrasi havarisini Fransa’ya götürmüştür.[26] Buna ilaveten Topçu’nun Remzi Oğuz için kaleme aldığı “Millet Mistiği” başlıklı yazı aradaki bağın ne kadar önemli olduğunu da göstermesi açısından önemlidir. Remzi Oğuz Avrupa’daki faaliyetlerinin yanı sıra Anadolu’ya gelir gelmez burada da faaliyetlerini sürdürmeye devam etmiştir. Paris’teki tahsilini tamamlayarak 1931 yılında yurda döner. Önce İstanbul Arkeoloji Müzesine bağlı arkeoloji uzman yardımcılığına, daha sonra da arkeoloji uzmanlığına getirilir. Bu yılın içinde Yalova’da yapılan bir arkeolojik kazıyı idare eder.[27] Manisa müzesini kuran odur. Bir yandan Türk müzeleri için kanun ve yönetmelikler hazırlamış, diğer yandan bu müzeleri idare edecek elemanlar yetiştirmiştir.[28] 2.2 . Remzi Oğuz Arık ve Siyaset Remzi Oğuz Arık, milletimizin ender yetiştirdiği ilim ve fikir adamlarından biri olması yanında, Türk milliyetçiliği ülküsünün ve fikriyatının mimarlarından ve önderlerinden biri idi. Türk siyasi hayatında da, milletvekili ve parti önderi olarak önemli bir yer edinmişti[29] Oğuz Arık 1950 yılında Seyhan’dan milletvekili seçilerek siyasete atılmıştır. Sefercioğlu onun siyasete atılmasını şu ifadelerle açıklamaktadır. “1950’de artık billurlaşan düşüncelerine ve Türk milliyetçiliği fikriyatına aksiyon kazandırmak emeliyle siyasete atıldı ve Seyhan milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine girdi. İktidar partisine mensup bir milletvekili olmanın avantajını milliyetçiliği topluma yaymak için kullanmak istedi ve Ankara Radyosu’nda “Türk inkılâbı ve milliyetçiliğimiz” adlı dizi konuşmalarını yapmaya başladı. Büyük ilgi ile karşılanan bu konuşmalar, birtakım çevreleri ürkütmüştü; sekiz haftadan sonra, yarım bıraktırıldı.”[30] Remzi Oğuz Arık, kısa bir süre sonra Demokrat Parti’den de ayrılmak zorunda kaldı. Bağımsızlık döneminde teşkilatsız siyaset yapmanın ve görüşlerini, düşüncelerini yaymanın imkânsızlığını gören Arık, bazı gönüldaşları ile birlikte Türkiye Köylü Partisi’ni kurdu ve bu Partinin Genel Başkanlığına getirildi. Böylece Türk milletini yüceltmek, Türk yurdunu kalkındırmak konularındaki görüş ve düşüncelerini Meclis kürsüsünde yaptığı konuşmalarla, basına verdiği demeçlerle, Parti toplantılarında yaptığı konuşmalarla ve parti organı gazetelere yazdığı yazılarla yayma imkânlarını değerlendirmeye çalıştı.[31] Elbette Arık’ın siyasete girmekteki amacı yalnız bundan da ibaret değildi. O; siyaseti anlaşılanın çok daha ötesinde tanımladığı için kendi siyaset anlayışına uygun bir parti kurdu. “Peyami Safa, Remzi Oğuz Arık’ın siyaset hayatını değerlendirirken “...kaypak, dönek, vefasız siyaset onu fazlasıyla yoruyor, ideali ile korkunç realite arasındaki farkı ona hissettiriyordu. Particiliğin bazen zaruri olarak Makyavelik icapları onun dürüst, samimi ve sıcak ruhuna uymazdı. Partiler arası manevralara tenezzül etmedi. Partisinin kendi eliyle yazdığı son beyannamesinde iktidar avcılığından nefreti belli etti” diyor.[32] Yine Kaplan’ın şu ifadeleri Peyami Safa’yı teyit ediyor gibidir. “Remzi Oğuz Arık, bir siyaset adamı değil, bir mistik, bir milli duygu ve milli şuur mistiği idi. Siyaset adamı ile mistik arasında derin farklar vardı. Siyaset adamı, pek az istisna ile bizde görüldüğü üzere, şahsiyeti olmayan, her kalıba girebilen, fikir ve hareketlerini durmadan değiştirebilen bir kimsedir. “Biz günü gelir faşist, günü gelir sosyalist, günü gelir, Kemalist, icap ederse komünist oluruz.” diyebilen siyaset adamları vardır. Günün icaplarına göre her şey olabilen bu kimseler, bir tek şey olamazlar: Şahsiyet.”[33] Remzi Oğuz, insanların yıkıldığı, bozulduğu, bin bir şekle girdiği son devir Türkiye’sinde, kelimenin tam ve hakiki manasıyla bir şahsiyet, duygusu, düşüncesi, hareketi sürekli bir bütünlük teşkil eden bir insandı. Onu, on yıl, on beş yıl yirmi yıl, yirmi beş yıl boyunca tanıyan herkes, onun daima aynı ulvi ıstırap, aynı derin sevgi, aynı yüksek ideal içinde yaşadığına şahit oldular.[34] Sonuç Geçmişte büyük devletler kurmuş olmamız, hatta bir dünya devleti olmamız günümüzün ekonomi politiğini iyi değerlendiremediğimiz yani “an”ı yakalayamadığımız müddetçe sorunlarımıza çözüm üreteceğimiz anlamına gelmez. Bunun içinde kopuk bir tarih algısının Anadolu’ya hiçbir katkısı olmayacağını bilip Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti sürekliliğinin felsefi temellerini araştırmak şarttır. Remzi Oğuz Arık ve arkadaşlarını Avrupa’ya tahsile gönderen zihniyetin hedefi de bize göre budur. Millet geçmişiyle yüzleşmiş geleceği planlamanın tek yolunun anı yakalamak olduğunu bildiği için şartlar zorda olsa talebelerini yurtdışına göndermiştir. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesini anlamak Anadolu coğrafyasının yeni devletin “vatan”ı kılınma sürecini anlamak için Remzi Oğuz Arık’ın fikirlerini takip etmek son derece önemlidir. Çünkü coğrafya kaderdir evet, fakat sağlıklı bir tarih algısı geçmiş-an -gelecek irtibatını kuran kişi aynı zamanda yaşadığı coğrafyanın da kaderidir. Arık, bu irtibatı sağlayarak kaderimiz olan coğrafyanın kaderi de olduğumuzun simge isimlerindendir. O, dünü anlamış ve bugünü görebilmiş düşünürlerimizden birisidir. [1]Mevlüt Uyanık, “Türkiye Cumhuriyeti Kuruluş Dönemi ve Anadoluculuk Felsefesi Nurettin Topçu ve Aksiyon Felsefesi Merkezli Bir İnceleme”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Türk Dünyası Uygulama ve Araştırma Merkezi Yakın Tarih Dergisi 2018,cilt 1 Sayı 3,8 [2]Nihat Piriççi, “Felsefeyi Anadolu’da Yurtlandırmak –Mavi Anadoluculuk, Hitit üniversitesi SBE, Basılmamış Yüksek Lisans Seminer Çalışması, 2015 Çorum, s.34 [3]Sezgi Durgun, Türk Siyasal Hayatı (5.Ünite), Açık öğretim Fakültesi Yayınları, Eskişehir, Ocak 2013, s.121 [4]Mevlüt Uyanık, “Türkiye Cumhuriyeti Kuruluş Dönemi ve Anadoluculuk Felsefesi Nurettin Topçu ve Aksiyon Felsefesi Merkezli Bir İnceleme”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Türk Dünyası Uygulama ve Araştırma Merkezi Yakın Tarih Dergisi 2018,cilt 1 Sayı 3,s.8 [5]Nihat Piriççi, “Felsefeyi Anadolu’da Yurtlandırmak -Mavi Anadoluculuk-, Hitit Üniversitesi SBE, Basılmamış Yüksek Lisans Seminer Çalışması, Çorum: 2015, s.34 [6] Sezgi Durgun, “ Türk Siyasal Hayatı”, s.125 [7] Ahmet Pakiş,” Kimlik ve Siyaset Bağlamında Anadoluculuk Partisi”, İstanbul 2013,Yıldız Teknik Üniversitesi Doktora Tezi, s.53 [8] Fuat Hacısalihoğlu, “ Anadolucu Tarih Yazımı”, Uluslar arası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 8, Sayı 40 Ekim 2015 s.262 [9] Ziya Gökalp, “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muassırlaşmak,”Anonim Yay, İstanbul 2015, s.61 [10]Özlem Bülbül, “ Remzi Oğuz Arık ve Anadolucu Milliyetçilik”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2016(2) s.78 [11]Mevlüt Uyanık, “Türkiye Cumhuriyeti Kuruluş Dönemi ve Anadoluculuk Felsefesi Nurettin Topçu ve Aksiyon Felsefesi Merkezli Bir İnceleme”,s.13 [12] Ziya Bakırcıoğlu, “Remzi Oğuz Arık’ın Fikir Dünyası”, Dergâh yayınları, Birinci Baskı İstanbul, Ekim 2000, s.27 [13]Çongur, “Profesör Remzi Oğuz Arık”, s.19 [14] Emin Sezer, “Remzi Oğuz Arık”,Toker Yayınları, İstanbul 1976, s.25 [15] Bakırcıoğlu, “Remzi Oğuz Arık’ın Fikir Dünyası”.s.32 [16] Bakırcıoğlu, “Remzi Oğuz Arık’ın Fikir Dünyası”.s.32 [17] Nurettin Topçu, “Millet Mistikleri”, Dergâh Yayınları, Birinci Baskı, İstanbul, Kasım 2001, s.70 [18] Topçu, “Millet Mistikleri”, s.70 [19] Topçu, “Millet Mistikleri”, s.72 [20] Sezer, “Remzi Oğuz Arık”,s.31-32 [21] Remzi Oğuz Arık,” Türk inkılâbı ve Milliyetçiliğimiz”,Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1981, s.49 [22] Remzi Oğuz Arık,”İdeal ve İdeoloji”, Hareket Yayınları, İstanbul 1967,s.14 [23] Remzi Oğuz Arık, “Coğrafyadan Vatana”, MEB Yayınları, İstanbul 1969,s.64 [24] Remzi Oğuz Arık, “Coğrafyadan Vatana”, s.66 [25]Nurettin Topçu, “Millet Mistikleri”, Dergâh Yayınları, Birinci Baskı, İstanbul, Kasım 2001, s.89 [26] Mustafa Kara, Yıldırım’ın Huzurunda Nurettin Topçu, Kültür yayınları, İstanbul, Aralık 2017, s.8 [27] Bakırcıoğlu, “Remzi Oğuz Arık’ın Fikir Dünyası”,s.33 [28] Bakırcıoğlu, “Remzi Oğuz Arık’ın Fikir Dünyası”,s.34 [29] Necmettin Sefercioğlu, “Yüce Bir Er Kişi Remzi Oğuz Arık”, Türk Yurdu dergisi, Cilt.15, Sayı.92, Nisan 1995 [30] Necmettin Sefercioğlu, “Remzi Oğuz Arık Bibliyografyası Yayınları ve Hakkında Yazılanlar”,Kültür Bakanlığı Yay, Ankara,1989,s.3 [31]Sefercioğlu, “Remzi Oğuz Arık Bibliyografyası Yayınları ve Hakkında Yazılanlar”, s.3 [32] Bakırcıoğlu, “Remzi Oğuz Arık’ın Fikir Dünyası”, s.37 [33]Remzi Oğuz Arık, “ İdeal ve İdeoloji”, MEB Yayınları, İstanbul, 1969 Önsöz Mehmet Kaplan. [34]Remzi Oğuz Arık, “ İdeal ve İdeoloji”, MEB Yayınları, İstanbul, 1969 Önsöz Mehmet Kaplan.
NAZLI ÇIKIN
Enerjisa Tufanbeyli MTAL Dkab Öğretmeni Adana/Tufanbeyli
HİTÜ SBE, Felsefe ve Din Bilimleri Yüksek Lisans Öğrencisi, nazliii.38@hotmail.com
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini anlamak için öncelikle incelenmesi gereken âlimlerden birisi Remzi Oğuz Arık ve onun Anadolu anlayışı ve milliyetçiliğidir. Bunun için öncelikle Anadolu kavramını kısaca açıklayalım “Eski Yunancadaki“Anatole”’den gelen Anatolia; Doğu ve Doğulu anlamlarında “güneşin doğduğu yer demektir. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus-devlet milliyetçiliğini üzerine kurduğu milli kimlik ve aile tanımına uygun bir okuma yapılarak Ana+vatan ve ana+dolu şeklinde Türk milli kimliğinin benimsenmesinde, devlet baba ve Anadolu imgesi özdeşleştirilmiştir.”[1]
Anadoluculuk, 20.yüzyıl başlarında Türkiye’nin özel şartları gereği yeni bir ideoloji ve kimlik arayışıdır. Anadoluculuk fikri,1.Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan ve parçalanan Osmanlı İmparatorluğu’ndan geriye kalan Anadolu topraklarını merkeze alarak ortaya konulan yeni anlayış ve kimlik edinme sürecini temsil etmiştir. Öncelikle milli mücadele döneminde savunulmuş, çoğu aydın tarafından da sempati ile karşılanmış. Bu şekliyle Anadoluculuk fikrinin, bir aydın ve elit hareketi olarak sistemleştirilmiş gibi görülür.[2]
Bununla birlikte yeni anlayış ve kimlik edinme sürecinin temellerini Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde ortaya çıkan fikir akımlarına kadar götürmek gerekir. Çünkü “Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde ortaya çıkan fikir akımları hem tarihsel hem de coğrafi koşulların ürünüdür. Yeni toplumsal kompozisyonun yarattığı etki ve tepkilerden meydana gelmiştir. İdeolojiler ve beslendikleri fikir akımları birbirleriyle kısmen örtüşerek veya ayrışarak yeni toplumsal gerçekliği açıklamak istemiş ve buna göre bir yol haritası çizmeye çalışmıştır.
Bu dönemde Türkiye Cumhuriyeti’ndeki ideolojilere yön veren birçok akımın ve ideolojinin tohumları atılmıştır. Bu fikir akımları Osmanlı(cı)lık, İslam(cı)lık (Panislamizm) ve Turancılık, Türkçülük başlıkları altında toplanabilir. Bu kavramları inceleyecek olursak ortak noktalarının İmparatorluğu, içinde bulunduğu durumdan kurtarmak ve eski görkemli günlerdeki durumuna getirmek için “bir reçete sunmak”, olduğunu görürüz. Ortak ideal, Osmanlı Devletini ve birliğini korumaktı. Bu ideale farklı yollardan varmaya çalışan ideolojilerden yönetim vizyonu farklılaştıkça birbirlerinden uzaklaşmış ve çatışma içine girmişlerdir.”[3] Neticede Osmanlı Devleti dağılmış ve Anadolu merkezli Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Bu bağlamda öncelikle Anadolu kavramını kısaca açıklayalım:
Anadolu, “Eski Yunancadaki “Anatole”’den gelen Anatolia; Doğu ve Doğulu anlamlarında “güneşin doğduğu yer” demektir. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus-devlet milliyetçiliğini üzerine kurduğu milli kimlik ve aile tanımına uygun bir okuma yapılarak Ana+vatan ve ana+dolu şeklinde Türk milli kimliğinin benimsenmesinde, devlet baba ve Anadolu imgesi özdeşleştirilmiştir.”[4]
Anadoluculuk 20.yüzyıl başlarında Türkiye’nin özel şartları gereği yeni bir ideoloji ve kimlik arayışıdır. Anadoluculuk fikri, 1. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan ve parçalanan Osmanlı İmparatorluğu’ndan geriye kalan Anadolu topraklarını merkeze alarak ortaya konulan yeni anlayış ve kimlik edinme sürecini temsil etmiştir. Öncelikle milli mücadele döneminde savunulmuş, çoğu aydın tarafından da sempati ile karşılanmış. Bu şekliyle Anadoluculuk fikrinin, bir aydın ve elit hareketi olarak sistemleştirilmiş gibi görülür.[5] Remzi Oğuz Arık ve Nurettin Topçu’nun önde gelen teorisyenlerinden olduğu Muhafazakâr- İslamcı Anadoluculuk üzerinde kısaca duralım:
Muhafazakâr (İslamcı) Anadoluculuk, 1939 sonrası dönemde ortaya çıkan bir harekettir. Özellikle Hareket dergisi (1939-1949) etrafında gelişen fikirlere Hüseyin Avni Ulaş, Nurettin Topçu öncülük etmiştir. Mekânın manevi gücüne vurgu yaparak mekânın ırkı millete dönüştürmesinden söz etmişlerdir. İslamcı Anadoluculukta “vatan” fiziksel olduğu kadar ahlaki değerler sisteminin sınırlarını çizmektedir. Bu değerler, dini ve kutsal bir mekânı vatanlaştırmıştır.[6]
Hareket yazarları dergide ele alınan ve Anadolucu düşün insanları için merkezi öneme haiz olan tarih, kimlik, milliyetçilik, coğrafya vb. konulara İslami referanslar üzerinden yeni anlamlar yüklemeye çalışırlar. Hareket dergisinin bu yaklaşımına göre İslamiyet Anadolu’ya ve Anadolu Türkü’ne yeni bir karakter, yeni bir duruş kazandırmıştır. Nurettin Topçu ve Hareket dergisinin bu yaklaşımları, Anadoluculuk düşüncesin ilk döneminden itibaren Milliyetçi-Muhafazakâr olan duruşunun aynı zamanda “ruhçu ve ahlakçı” bir karakter kazanmasını sağlar.[7]
Muhafazakâr (İslamcı) Anadolucularda din doğal olarak her olayın ve olgunun açıklanmasında belirleyici bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır. İslamcı yorumda tarihsel kader birliği bir ruh barındırmaktaydı. Bu ruh da İslam gazavatından besleniyordu. Topçu, İslamcılık ve Milliyetçiliği aynı potada eritmiş fakat sadece İslam birliği ya da sadece ırk birliği üzerine kurulu bir oluşumu da kabul etmemiştir.[8] Yine Anadolucu Milliyetçiliğin bir diğer önemli vurgusu somut vatan Anadolu’nun dışında tarih söylemidir. Yalnızca aynı ırktan olmak millet olmak için yeterli olmadığı gibi tarihsel bir kader birliği olması gerekir. Bu bağlamda Ziya Gökalp’ın vatan anlayışına “vatan ne Türkiye’dir Türk için Türkistan; Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan!”[9] Anlayışına ortak tarih birlikteliği olmadığı için karşı çıkarlar.
Anadolucu milliyetçiliğin diğer bir söylemi de kültürdür. “Anadolucular’ın milliyetçilik anlayışında kültür; ortak vatan, tarih ve din anlayışını bir anlamda tamamlamaktadır, ancak bundan daha da fazlasını ifade etmektedir. Kültür, onlar için Türk Milliyetçiliğinin temel belirleyicisidir. Türkler Anadolu’da emsalsiz bir kültür meydana getirmişlerdir. Bu kültür bir yanıyla da bu coğrafyanın, Anadolu’nun ürünüdür. Bu haliyle kültür, Türk milliyetçiliğinin asli unsurudur.[10]
Görüldüğü üzere, bütün arayışlar, “biz kimiz ve nereye aitiz” sorusuna cevap üretmeyi hedefler. Bu anlamda “son dönem Osmanlı aydınlarının çoğu bürokrat kökenli kişiler olup, düşünce ayrılıkları onları devletin bekası noktasında birleştirmiştir. Bundan dolayı tarih, vatan, millet, medeniyet, kimlik gibi temel kavramları yeniden tanımlamaya girişilir. Bu açıdan bu eğilimler artık bir arayış olmanın ötesine geçmiş, hareket ve ideoloji olarak da nitelendirilmiştir.[11]
Bu bağlamda Anadoluculuk söyleminin önemli bir temsilcisi durumunda olan ve bizimde araştırmamıza konu olan Remzi Oğuz Arık’ın tarih, vatan, kültür, milliyetçilik anlayışı üzerinde daha yoğun araştırmalar yapılmalıdır. Biz onun Avrupa tahsili ve Türk Ocaklarıyla ilgisini ele alıp siyasete girişi hakkında da kısaca bilgi vermeye çalışacağız. Çünkü O, Anadolu’yu dünyaya değil, “öze” ve “yerel olana” açılan bir kapı olarak görür.
Yazarımızın hayat hikâyesine göz atacak olursak; Remzi Oğuz 1899 yılında Adana’ya bağlı Kozan ilçesinin Kabaktepe köyünde doğdu. Babası Arık fakih oğullarından Feke sandık emini Mehmet Ferit Bey, annesi Zekiye hanımdır. Ailesi, Oğuz boylarından Farsak aşiretine mensuptur.[12]
Remzi Oğuz Türk Ocakları’na gidip gelirken, on dört, on beş yaşlarındadır. Milli şair Mehmet Emin Yurdakul ile tanıştırıldığını, yine onun bir yazısından öğreniyoruz. O gencecik yaşında, milliyetçiliği bir ülkü olarak benimsemesinde Türk Ocakları büyük bir rol oynamıştır.[13]
Avrupa’da tahsilini tamamlayıp yurda döndüğünde ilk tercümelerini ve ilmi yazılarını yayınlayacak olduğu Türk Yurdu Dergisi, onun milliyetçi şahsiyetinin ve idealist ruh yapısının gelişmesinde, çok önemli bir yer tutar.[14] Aslında Remzi Oğuz Arık’ın Fransa’da geçirdiği günler, tıpkı İşkodra da geçirdiği günler gibi hayatının dönüm noktalarından biri olarak görülmektedir. Elbette bu yerler hayatının, fikirlerinin şekillenmesinde büyük bir paya sahiptir. Özellikle Fransa’da geçirdiği dönem sayesinde Batı medeniyetini yakinen tanıma imkânını bulmuştur. Fakat Oğuz’un hayatının her dönemi ayrı sıkıntılarla, telaşlarla, acılarla fakat aynı derecede sabır, çaba ve başarıyla da devam etmiştir. Bunlar yalnızca şahsi sıkıntılar değildir elbette. Bilhassa memleketin ve milletin içinde bırakıldığı yangındı. Bu geçirdiği her bir süreç onu Anadolu gerçeği üzerinde düşündürmeye daha hızlı götürmüştür. Çünkü Arık imparatorluğun çöküşünü Balkanlardaki buhranı görmüş bir gençtir artık. Onu ve arkadaşlarını milli şuur sahibi yapan gerçek buydu denilebilir bizce. Daha sonraki yıllarda Türk milliyetçilik hareketinin önemli simaları olacak insanlarla tanışması, yani dost, kültür ve fikir muhitinin teşekkülü de bu devrenin içerisindedir. Nurettin Topçu, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Reşat Şemseddin Sirer, Şevket Raşit Hatiboğlu, Ahmet Kutsi Tecer, Sedat Çumralı ve bir ara Almanya’dan gelen Mümtaz Turhan ile Pariste tanışır.[15]
Remzi Oğuz’un Fransa’da geçirdiği yıllar, örnek bir talebelik hayatıdır. Eğlence ve sefahatin dışında kalmış, kendisini okuma ve araştırmaya vermiştir. Hiç bir Türk talebesine benzemeyen örnek bir çalışma, araştırma, öğrenme hayatı… Bu hayatın bir başka vasfı da şudur: Remzi Oğuz, Paris ve Avrupa karşısında küçüklük hissi duymamıştır. Avrupa’da medeniyet ve kültür adına ne varsa, hepsinin beklide daha olgun bir halde Anadolu toprağında olduğuna inanmıştır. Bu inançla arkeolog olarak yurda döndüğü zaman Anadolu’nun arkeolojik zenginliklerini keşfe çıkmıştır.[16]
Remzi Oğuz’un Batı karşısında herhangi bir savunma güdüsüne kapılmadığı ve küçüklük duymaması son derece önemlidir. Zira onu Avrupa’ya tahsile gönderilen diğer öğrencilerden farklı kılan özelliklerden en mühimi budur. Mevlana’dan da hareketle söyleyecek olursak Arık’ın bir ayağı Anadolu’da iken diğer ayağı ile de dünyayı gezmiştir. Şayet ayağının biri Anadolu’da olmasaydı Avrupa’ya gidip şaşkınlıkla lükse boğulanlardan olacaktı yahut Anadolu’ya geldiğinde toprağının insanına, sorunlarına ağız büküp, hakir görecekti. Yani bizce bunu yapmamasında en önemli etken bir ayağının Anadolu’da olmasıdır. Fakat Toroslar’ın Oğuz’u geçmiş ile yüzleşip, anın problemlerini yakalayıp, buradan hareketle geleceğe yön vermeye çalıştığı için coğrafyayı vatan kılan unsurları yakalayabilmiş ve bu coğrafyaya eğitiminden döndükten hemen sonra da büyük katkılar sunmuştur. İleride de ayrı bir başlık da ele alacağımız üzere Felsefeyi Anadolu’da yeniden yurtlandırmak kendi özümüzü, değerlerimizi, kendi coğrafyamızda yeniden canlandırmaksa şayet Remzi Oğuz bunun en iyi temsilcilerinden biri olabilir. Çünkü Bu teoride ifade ettiğimiz projenin pratiğe dönüşmüş halidir. Tam bu noktada Topçu’nun sesine kulak verdiğimizde Arıktaki bu farklılığın nasıl mahiyete büründüğünü göreceğiz. Topçu; “Biz o zamana kadar Paris’i Anadolu’ya getirmişiz. İstila bizi sakatlamış. Remzi Oğuz Anadolu’yu Paris’e götürmüştü. Tıpçı Kudüs’ten çıkan Sen Pol’le Sen Piyer, biri ruhu İsa’yı Atina’ya, öbürü Roma’ya nasıl götürdüyse, Remzi Oğuz’da Anadolu’yu Paris’e götürmüştü. O bir havari idi” demektedir.[17] Yine Topçu Avrupa’dan tahsilini tamamlayarak dönenleri diplomalarını kalkan gibi sunarak bu diplomalarla makamlar mevkiler satın aldıklarını ifade ederken kendini “Diyebilirim ki Remzi Oğuz’a kadar Avrupa’ya pek çok Türk Gençleri gönderildi, lakin bir Türk gençliği gönderilmemişti” demekten de alıkoyamamıştır.[18]
Remzi Oğuz Arık’ın bu cemiyette çok hararetli, mesuliyet bilincini aşılayan ve Anadolu çocuğuna merhem olacak konuşmalar yaptığı kesindir. “Remzi Paris’te olduğu müddetçe, oraya giden Türk çocukları, orada şaşkın ve garip değildiler, sahipsiz değildiler.”[19] “Kendisi ağır şartlar içinde yaşayarak başkalarının okumalarına yardım etmiştir. Gazino kapılarında bekleyip, eğlenceden çıkan Türk talebelerinin yakalarına yapışarak “, Bugün Anadolu için ne yaptın? Ne düşündün? Söyle Türk oğlu!” diyebilecek kadar bir cesaret ve mesuliyet duymuştur.”[20]
Remzi Oğuz Arık’ın Türk Talebe Cemiyeti’ndeki bu konuşmasını genel hatlarıyla incelediğimizde Arık’ın şunları tespit ettiğini söyleyebiliriz: Bir, Arık’a göre Anadolu çoktan ihmal edilmiş ve kurban edilmiştir, iki, Anadolu da yatırım olmadığı gibi buna birde ahlaki bozukluklar eklenmiş hatta en büyük sıkıntı rejiyonalizimdir. Rajiyonalist; “mahalli hemşericilik güden insan”dır.[21] Üç; halkı yönlendirmek -bilgilendirmekle görevli olan aydınların halkın yaralarından haberdar olmaması bir kısmının dalkavuklukla vakit harcadığını bir kısmının da Batının şuursuz taklitçisi olduğunu vurgulamış, batıya gidenlerin Anadolu’yu unuttuğunu ifade etmiştir. Bu tespit Arık için Batılılaşma yolundaki başarısızlığın en önemli sebeplerinden biridir. Bu sebeple bu toplantının gayesini de Türk Gençliğini Anadolu için mesuliyet almaya davet etmek için yapıldığını ifade etmiştir.
Görülüyor ki Arık toplantıda ki bu konuşmasıyla Türk gençliğini Anadolu realitesi üzerinde düşünmekten daha öte sorumluluk almaya davet ettiğini göstermektedir. Arık’a göre buradaki sorumluluğun kaynağı ise vicdandır. Arık; “Bizim insanımızı çevresinde toplayacak, onun benliğini bugün devamlı kontrol altında bulundurup iradeyi kullandırarak, hareketleri tekrar ettirerek ihtiyatlar meydana getirecek mihver ne olabilir?”[22] Derken aradığı mihveri vicdan ve bunun da üzerinde Anadolu realitesi olduğunu bulmuş olacaktır.
Nitekim Arık bu konuşmasıyla Türk Gençliğine sadece cesaret vermeye çalışmamıştır. O konuşmasında fikir dünyasında geliştirip şekillendirdiği Anadolu’nun yükselmesini sağlayacak gençlik portresini çizmiştir. Hatta Arık’ın milliyetçiliğini de burada aramak gereklidir. Çünkü Anadolu için elini taşın altına koyacak milli mesuliyetin şuuruyla hareket edecek olan Türk gençliğidir.
Arık “yükselme işine nereden bakarsanız bakınız, meselenin hareket noktası ve başarılması varıp örnek insana dayanır. Bu insanın meydana gelmesi mutlak olarak örnek insanların kütleleşmesine bağlı. “Dikkat ediniz: Yalnız varlığına değil, kütleleşmesine diyorum!” Der.[23] Öyle ki Türk Talebe Cemiyetini kurmasındaki çabasının arka planın da bu fikirler yatar. Ona göre sadece birinci sınıf bilgi adamı ya da sanat adamı olmak yetmez. Aynı zamanda “bir dava adamı olması da şarttır.” Ancak bu şartlar sağlandığında bir millet, birinci sınıf millet haline yükselebilir. Arık burada şu noktaya da özellikle dikkat çeker. “Bahsettiğim dava bize ait olandır. Bu davayı gökte aramayınız. O yerdedir ve karşımızdadır. Yamalı bohçaya benzeyen verimsizleşen büyük bir yurdun sahibi olan bizler; ona göz diken birçok komşu milletlerden geri ve azlık bir duruma düşmüşüz. Ya şu doymayan toprak ve mal hırsı dünyasında mahvolacağız yahut bize göz dikenleri geçeceğiz. İşte dava, buraya kadar, bu eserde, doğuşunu gelişmesini, içtimai zaruretini anlatmaya çalıştığımız: Milliyetçiliktir.” Demektedir.[24] Aslında basit gibi gözüken bu ilkeler Anadolu için bir şeyler yapacak gençlikte bulunması gereken özelliklerdir. Uyan be Anadolu çocuğu bugün Anadolu için ne yaptın? Sorusu hesap sormak için değil kendilerini hesaba çekmek için tüm bu soru ve sorunlara rota olacak vicdanlarına sorulmuş bir sorudur.
Tüm bunlardan hareketle bize göre bu konuşma Anadolu’nun yaşadığı soru ve sorunlar üzerine düşünmüş, ne yapılması gerektiğine ilişkin çözüm bulmuş bir hatibin konuşmasıdır. Türk Gençliğine sunduğu bu reçeteyle sorunların aşılabileceğine inanmıştır. Nurettin Topçu’nun “Bu adamdan kurtulmak kabil mi? Kurtulmadık! Ona teslim olduk Neslimin bedbaht çocukları! Siz onu yakından tanımadınız. İtiraf ediyorum: Bu adam uykularımıza nüfuz etti. Şuurumuzun altındaki mahrem mıntıkalara girdi; bu adam şahsiyetlerimizi yoğurdu.”[25] Sözlerinden insanlar üzerinde ne kadar etkili ve başarılı olduğunu da söylememiz mümkün olacaktır.
Yine Topçu, Remzi Oğuz’u “Hallac ruhlu bir havari” olarak anar. Onun Anadoluculuğu, köycülüğü, halkçılığı, fedakâr, yurtsever ve mistik kişiliği Topçu’yu etkilemiştir. Ayrıca, Topçu’nun bakış açısından, ruhsal değerlerin üstünlüğünü savunan bir promete olan Remzi Oğuz Tanzimat’tan itibaren girdiğimiz teknolojik batılılaşma yolunun yanılgılarını gösteren bir karakterdir. Topçu Remzi Oğuz’un karakterinde Mehmet Akif ve Hüseyin Avni’nin birlikteliğini bulmuştur. Vatanından uzaktaki yurtsever felsefe öğrencisi için bu birlikteliğin ne kadar önemli olduğunu tahmin etmek zor değildir. O, Remzi Oğuz’un Şahsiyetinde vatan şairiyle demokrasi havarisini Fransa’ya götürmüştür.[26] Buna ilaveten Topçu’nun Remzi Oğuz için kaleme aldığı “Millet Mistiği” başlıklı yazı aradaki bağın ne kadar önemli olduğunu da göstermesi açısından önemlidir.
Remzi Oğuz Avrupa’daki faaliyetlerinin yanı sıra Anadolu’ya gelir gelmez burada da faaliyetlerini sürdürmeye devam etmiştir. Paris’teki tahsilini tamamlayarak 1931 yılında yurda döner. Önce İstanbul Arkeoloji Müzesine bağlı arkeoloji uzman yardımcılığına, daha sonra da arkeoloji uzmanlığına getirilir. Bu yılın içinde Yalova’da yapılan bir arkeolojik kazıyı idare eder.[27] Manisa müzesini kuran odur. Bir yandan Türk müzeleri için kanun ve yönetmelikler hazırlamış, diğer yandan bu müzeleri idare edecek elemanlar yetiştirmiştir.[28]
Remzi Oğuz Arık, milletimizin ender yetiştirdiği ilim ve fikir adamlarından biri olması yanında, Türk milliyetçiliği ülküsünün ve fikriyatının mimarlarından ve önderlerinden biri idi. Türk siyasi hayatında da, milletvekili ve parti önderi olarak önemli bir yer edinmişti[29] Oğuz Arık 1950 yılında Seyhan’dan milletvekili seçilerek siyasete atılmıştır. Sefercioğlu onun siyasete atılmasını şu ifadelerle açıklamaktadır. “1950’de artık billurlaşan düşüncelerine ve Türk milliyetçiliği fikriyatına aksiyon kazandırmak emeliyle siyasete atıldı ve Seyhan milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine girdi. İktidar partisine mensup bir milletvekili olmanın avantajını milliyetçiliği topluma yaymak için kullanmak istedi ve Ankara Radyosu’nda “Türk inkılâbı ve milliyetçiliğimiz” adlı dizi konuşmalarını yapmaya başladı. Büyük ilgi ile karşılanan bu konuşmalar, birtakım çevreleri ürkütmüştü; sekiz haftadan sonra, yarım bıraktırıldı.”[30]
Remzi Oğuz Arık, kısa bir süre sonra Demokrat Parti’den de ayrılmak zorunda kaldı. Bağımsızlık döneminde teşkilatsız siyaset yapmanın ve görüşlerini, düşüncelerini yaymanın imkânsızlığını gören Arık, bazı gönüldaşları ile birlikte Türkiye Köylü Partisi’ni kurdu ve bu Partinin Genel Başkanlığına getirildi. Böylece Türk milletini yüceltmek, Türk yurdunu kalkındırmak konularındaki görüş ve düşüncelerini Meclis kürsüsünde yaptığı konuşmalarla, basına verdiği demeçlerle, Parti toplantılarında yaptığı konuşmalarla ve parti organı gazetelere yazdığı yazılarla yayma imkânlarını değerlendirmeye çalıştı.[31]
Elbette Arık’ın siyasete girmekteki amacı yalnız bundan da ibaret değildi. O; siyaseti anlaşılanın çok daha ötesinde tanımladığı için kendi siyaset anlayışına uygun bir parti kurdu. “Peyami Safa, Remzi Oğuz Arık’ın siyaset hayatını değerlendirirken “...kaypak, dönek, vefasız siyaset onu fazlasıyla yoruyor, ideali ile korkunç realite arasındaki farkı ona hissettiriyordu. Particiliğin bazen zaruri olarak Makyavelik icapları onun dürüst, samimi ve sıcak ruhuna uymazdı. Partiler arası manevralara tenezzül etmedi. Partisinin kendi eliyle yazdığı son beyannamesinde iktidar avcılığından nefreti belli etti” diyor.[32] Yine Kaplan’ın şu ifadeleri Peyami Safa’yı teyit ediyor gibidir.
“Remzi Oğuz Arık, bir siyaset adamı değil, bir mistik, bir milli duygu ve milli şuur mistiği idi. Siyaset adamı ile mistik arasında derin farklar vardı. Siyaset adamı, pek az istisna ile bizde görüldüğü üzere, şahsiyeti olmayan, her kalıba girebilen, fikir ve hareketlerini durmadan değiştirebilen bir kimsedir. “Biz günü gelir faşist, günü gelir sosyalist, günü gelir, Kemalist, icap ederse komünist oluruz.” diyebilen siyaset adamları vardır. Günün icaplarına göre her şey olabilen bu kimseler, bir tek şey olamazlar: Şahsiyet.”[33]
Remzi Oğuz, insanların yıkıldığı, bozulduğu, bin bir şekle girdiği son devir Türkiye’sinde, kelimenin tam ve hakiki manasıyla bir şahsiyet, duygusu, düşüncesi, hareketi sürekli bir bütünlük teşkil eden bir insandı. Onu, on yıl, on beş yıl yirmi yıl, yirmi beş yıl boyunca tanıyan herkes, onun daima aynı ulvi ıstırap, aynı derin sevgi, aynı yüksek ideal içinde yaşadığına şahit oldular.[34]
Geçmişte büyük devletler kurmuş olmamız, hatta bir dünya devleti olmamız günümüzün ekonomi politiğini iyi değerlendiremediğimiz yani “an”ı yakalayamadığımız müddetçe sorunlarımıza çözüm üreteceğimiz anlamına gelmez. Bunun içinde kopuk bir tarih algısının Anadolu’ya hiçbir katkısı olmayacağını bilip Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti sürekliliğinin felsefi temellerini araştırmak şarttır. Remzi Oğuz Arık ve arkadaşlarını Avrupa’ya tahsile gönderen zihniyetin hedefi de bize göre budur. Millet geçmişiyle yüzleşmiş geleceği planlamanın tek yolunun anı yakalamak olduğunu bildiği için şartlar zorda olsa talebelerini yurtdışına göndermiştir.
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesini anlamak Anadolu coğrafyasının yeni devletin “vatan”ı kılınma sürecini anlamak için Remzi Oğuz Arık’ın fikirlerini takip etmek son derece önemlidir. Çünkü coğrafya kaderdir evet, fakat sağlıklı bir tarih algısı geçmiş-an -gelecek irtibatını kuran kişi aynı zamanda yaşadığı coğrafyanın da kaderidir. Arık, bu irtibatı sağlayarak kaderimiz olan coğrafyanın kaderi de olduğumuzun simge isimlerindendir. O, dünü anlamış ve bugünü görebilmiş düşünürlerimizden birisidir.
[1]Mevlüt Uyanık, “Türkiye Cumhuriyeti Kuruluş Dönemi ve Anadoluculuk Felsefesi Nurettin Topçu ve Aksiyon Felsefesi Merkezli Bir İnceleme”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Türk Dünyası Uygulama ve Araştırma Merkezi Yakın Tarih Dergisi 2018,cilt 1 Sayı 3,8
[2]Nihat Piriççi, “Felsefeyi Anadolu’da Yurtlandırmak –Mavi Anadoluculuk, Hitit üniversitesi SBE, Basılmamış Yüksek Lisans Seminer Çalışması, 2015 Çorum, s.34
[3]Sezgi Durgun, Türk Siyasal Hayatı (5.Ünite), Açık öğretim Fakültesi Yayınları, Eskişehir, Ocak 2013, s.121
[4]Mevlüt Uyanık, “Türkiye Cumhuriyeti Kuruluş Dönemi ve Anadoluculuk Felsefesi Nurettin Topçu ve Aksiyon Felsefesi Merkezli Bir İnceleme”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Türk Dünyası Uygulama ve Araştırma Merkezi Yakın Tarih Dergisi 2018,cilt 1 Sayı 3,s.8
[5]Nihat Piriççi, “Felsefeyi Anadolu’da Yurtlandırmak -Mavi Anadoluculuk-, Hitit Üniversitesi SBE, Basılmamış Yüksek Lisans Seminer Çalışması, Çorum: 2015, s.34
[6] Sezgi Durgun, “ Türk Siyasal Hayatı”, s.125
[7] Ahmet Pakiş,” Kimlik ve Siyaset Bağlamında Anadoluculuk Partisi”, İstanbul 2013,Yıldız Teknik Üniversitesi Doktora Tezi, s.53
[8] Fuat Hacısalihoğlu, “ Anadolucu Tarih Yazımı”, Uluslar arası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 8, Sayı 40 Ekim 2015 s.262
[9] Ziya Gökalp, “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muassırlaşmak,”Anonim Yay, İstanbul 2015, s.61
[10]Özlem Bülbül, “ Remzi Oğuz Arık ve Anadolucu Milliyetçilik”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2016(2) s.78
[11]Mevlüt Uyanık, “Türkiye Cumhuriyeti Kuruluş Dönemi ve Anadoluculuk Felsefesi Nurettin Topçu ve Aksiyon Felsefesi Merkezli Bir İnceleme”,s.13
[12] Ziya Bakırcıoğlu, “Remzi Oğuz Arık’ın Fikir Dünyası”, Dergâh yayınları, Birinci Baskı İstanbul, Ekim 2000, s.27
[13]Çongur, “Profesör Remzi Oğuz Arık”, s.19
[14] Emin Sezer, “Remzi Oğuz Arık”,Toker Yayınları, İstanbul 1976, s.25
[15] Bakırcıoğlu, “Remzi Oğuz Arık’ın Fikir Dünyası”.s.32
[16] Bakırcıoğlu, “Remzi Oğuz Arık’ın Fikir Dünyası”.s.32
[17] Nurettin Topçu, “Millet Mistikleri”, Dergâh Yayınları, Birinci Baskı, İstanbul, Kasım 2001, s.70
[18] Topçu, “Millet Mistikleri”, s.70
[19] Topçu, “Millet Mistikleri”, s.72
[20] Sezer, “Remzi Oğuz Arık”,s.31-32
[21] Remzi Oğuz Arık,” Türk inkılâbı ve Milliyetçiliğimiz”,Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1981, s.49
[22] Remzi Oğuz Arık,”İdeal ve İdeoloji”, Hareket Yayınları, İstanbul 1967,s.14
[23] Remzi Oğuz Arık, “Coğrafyadan Vatana”, MEB Yayınları, İstanbul 1969,s.64
[24] Remzi Oğuz Arık, “Coğrafyadan Vatana”, s.66
[25]Nurettin Topçu, “Millet Mistikleri”, Dergâh Yayınları, Birinci Baskı, İstanbul, Kasım 2001, s.89
[26] Mustafa Kara, Yıldırım’ın Huzurunda Nurettin Topçu, Kültür yayınları, İstanbul, Aralık 2017, s.8
[27] Bakırcıoğlu, “Remzi Oğuz Arık’ın Fikir Dünyası”,s.33
[28] Bakırcıoğlu, “Remzi Oğuz Arık’ın Fikir Dünyası”,s.34
[29] Necmettin Sefercioğlu, “Yüce Bir Er Kişi Remzi Oğuz Arık”, Türk Yurdu dergisi, Cilt.15, Sayı.92, Nisan 1995
[30] Necmettin Sefercioğlu, “Remzi Oğuz Arık Bibliyografyası Yayınları ve Hakkında Yazılanlar”,Kültür
Bakanlığı Yay, Ankara,1989,s.3
[31]Sefercioğlu, “Remzi Oğuz Arık Bibliyografyası Yayınları ve Hakkında Yazılanlar”, s.3
[32] Bakırcıoğlu, “Remzi Oğuz Arık’ın Fikir Dünyası”, s.37
[33]Remzi Oğuz Arık, “ İdeal ve İdeoloji”, MEB Yayınları, İstanbul, 1969 Önsöz Mehmet Kaplan.
[34]Remzi Oğuz Arık, “ İdeal ve İdeoloji”, MEB Yayınları, İstanbul, 1969 Önsöz Mehmet Kaplan.
Adınız Soyadınız
E-Posta
Girilecek rakam : 45682
Lütfen yukarıdaki rakamları yazınız.